Gündem; sürekli değişen, her an yeni bir gelişmeyle şekil alan, dikkatimizi bir yerden bir yere savuran, kısacası kontrolü zor bir akış. Sabah uyanır uyanmaz telefonlarımızdan akıp gelen haberler, televizyon ekranlarının sürekli güncellenen bantları, sosyal medyanın gürültülü ekosistemi; gündem, hayatımızın merkezine yerleşmiş, adeta soluduğumuz hava gibi görünmez bir güç. Ancak bu görünürdeki yoğunluğun altında, sessizce kaybolan gerçekler, göz ardı edilen hikayeler, unutulmuş acılar yatıyor. Gündemin gürültüsü, bu sessiz çığlıkları çoğu zaman bastırıyor.
Gündem, çoğunlukla acil olanı, dikkat çekici olanı, dramatik olanı ön plana çıkarır. Bir doğal afet, siyasi bir kriz, bir ünlünün hayatındaki gelişmeler… Bunlar, anlık olarak ilgiyi üzerine çeken olaylardır ve doğal olarak medya tarafından yoğun bir şekilde işlenir. Ancak bu yoğunluğun arasında, daha yavaş, daha sessiz, belki de daha az dramatik ancak eşit derecede önemli olan birçok olay ve durum göz ardı edilir. Örneğin, kronik hastalıklarla mücadele edenlerin yaşamları, yoksullukla boğuşan toplulukların hikayeleri, iklim değişikliğinin yavaş ama emin adımlarla ilerlemesi… Bunlar, gündemin gürültüsünde kaybolmaya mahkum gerçeklerdir.
Medyanın rolü bu noktada oldukça belirleyicidir. Gündem belirleme gücü, haberlerin seçimi ve sunumu, kamuoyunu şekillendiren bir güçtür. Tıpkı bir spot ışığı gibi, medya belirli konulara odaklanırken, diğerlerini karanlıkta bırakır. Bu seçici odaklanma, gündemin şekillenmesinde önemli bir faktördür ve ne yazık ki, bu seçicilik çoğu zaman objektif kriterlere değil, tıklama sayıları veya reklam gelirleri gibi faktörlere dayanır. Dolayısıyla, daha az “tıklanabilir” olan hikayeler, hak ettikleri ilgiyi göremez ve sessiz kalmaya mahkum olurlar.
Gündemin bu yoğun akışında kaybolan bir diğer önemli unsur da uzun vadeli perspektiftir. Gündem, genellikle güncel olaylara odaklanır ve uzun vadeli sonuçları göz ardı etme eğilimindedir. Örneğin, iklim değişikliğinin etkileri, yavaş ve kademeli olarak ortaya çıktığı için, gündemin öncelikli maddesi haline gelmekte zorlanır. Ancak bu, tehlikesini azaltmaz; aksine, uzun vadede çok daha yıkıcı sonuçlara yol açabilir. Bu, gündemin kısa vadeli odaklanmasının tehlikelerini gösteren önemli bir örnektir.
Ayrıca, gündemin yapısı, farklı toplulukların ve bireylerin deneyimlerini eşit şekilde yansıtmaz. Bazı sesler, diğerlerinden daha yüksek duyulurken, bazı hikayeler diğerlerine göre daha fazla ilgi görür. Bu da, toplumda var olan eşitsizliklerin daha da derinleşmesine yol açabilir. Gündemin sessiz kalanları, unutulanları, kenara itilenleri duymak ve onların hikâyelerini anlatmak, adalet ve eşitlik arayışında kritik bir öneme sahiptir.
Sonuç olarak, gündemin görünürdeki yoğunluğunun altında, birçok önemli olay ve durum sessizce kaybolur. Medyanın rolü, gündem oluşturma gücü ve kısa vadeli odaklanmanın tehlikeleri, bu kayboluşun nedenleridir. Bu nedenle, gündemin gürültüsünün ötesini görmeye, sessiz kalanları duymaya ve uzun vadeli sonuçları düşünmeye ihtiyacımız var. Yoksa, gerçeklerin gölgesinde, sessiz çığlıkların hikayeleri sonsuza dek anlatılmadan kalacaktır. Bu sessiz çığlıkları duymak, onlara kulak vermek ve gündemle şekillenen dünyayı daha adil ve kapsayıcı bir hale getirmek, hepimizin sorumluluğudur.
